🌨️ Yazarlar Kitap Imzalarken Ne Yazar
MizanpajAşaması: Dosyanızın editasyonu bittikten sonra dosyanıza mizanpaj yapılır. Mizanpajın tam olarak karşılığı dizgidir. Yani dosyanızın bir kitap şeklini almasıdır. Sayfa numaraları, yazarın adı, kitabın adı nerede olacak, satır aralıkları, paragraf boşlukları vesaire hepsi bu aşamada hazırlanır.
S0boeF. MARMARİS 2. KİTAP GÜNLERİNE HAZIRLANIYOR İlki geçen yıl okurlarla buluşan Marmaris Kitap Günleri’nin ikincisi 20 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında Saman İskelesi’nde düzenlenecek. Bu yılki etkinliğe 18 yazar, 50 yayınevi katılacak. Marmaris Belediyesi, Marmaris Kitap Günleri’nin gerçekleştirecek. 20 Haziran – 10 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek etkinlikte birçok ünlü yazar, söyleşi ve imza günleriyle okurlarıyla buluşacak. İmza günleri ve söyleşiler 24 Haziran Cuma günü Timur Soykan ile başlayacak. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Saman İskelesi’nde düzenlenecek etkinlikte Barış Yarkadaş, Ersin Eroğlu, Caner Taşpınar, Şükrü Erbaş, Saygı Öztürk, Emrah Doğru, Ahmet Yavuz, Erhan Merdanoğulları, Yusuf Samet Çakır, Ali Mahir Başarır, Hilal Kahraman, Nasuh Mahruki, Sunay Akın, Ayten Ocak Kalınsaz, Neslişah Çetinkaya, Nurgül Kumbaroğlu ve Birsen Ekim Özen kitaplarını okurları için imzalarken, söyleşiler de gerçekleştirecek. Sevdikleri yazarları yakından tanıma ve söyleşisine katılma fırsatı yakalayacak okurlar, kitap evlerinin stantlarından kitap satın alma olanağı da bulacak. Kitap günleri bayramın 2. günü sona erecek. 1 1Marmaris 2. Kitap Günleri’ne hazırlanıyorMarmaris 2. Kitap Günleri’ne hazırlanıyor
genel olarak uzun bir kuyruk beklenerek, o kuyruğun sonundaki yazar/şair'den kitabınızın imzalanmasını talep etme işi... bu kitapların manevi değerleri yanında maddi değeri de artacaktır, torunlarınız zengin olur belki de...özel olarak evinize gelen eşden/dosttan kütüphanenizdeki kitaplarınızın birisini imzalamalarını talep etme işi... bu kitapların ise sadece manevi değerleri artacaktır, torunlarınıza faydası olacağını sanmıyorum...her iki durumda da imza atılan kitap ayırdedici bir özelliğe sahip olur; kütüphanenizden birisi kitabınızı istediğinde o kitabın sizin için değerli olduğunu veya en azından size hatıra olduğunu belirterek sürekli aynı kitapları yeniden almak derdinden kurtulabilirsiniz ki az şey değildir bu. işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte her sevdiğinizden bir imza alın; kütüphanenizi koruyun, kurda kuşa yem etmeyin; imzalı kitaplarınıza bakıp geç/me/mişi hatırlayın...bkz imzalı kitap koleksiyonubkz imza günü yanlış düşünüyor olabilirim ama bana biraz mantıksız gelen bir aktivite. kitap fuarı olsun, çeşitli imza günleri olsun, yazarlar hayranlarıyla buluşup kitap imzalıyor. diyelim 1000 kişi gelmiş, hemen hemen hepsinin kitabının içine aynı şeyleri yazıp imzalıyor. bi' anlamı yok ki bana göre, torunlarıma gösterdiğime değmez. yazar evime misafirliğe gelir, çayın yanına hanımeller koyup ikram ederim, araya da kitabı sıkıştırıp imzalatırım, o zaman anlamlı olur. ondan sonra gelsin anılar;-bi'gün yine tevfikle içiyoruz...+hangi tevfik-bizim tefo ya, neyzen tefo, biz aramızda tefo deriz ona. anı değeri taşır. yazarının eli sahiden değimiştir o kitaba. elimde 3-5 tane imzalı kitap var. bir de imzalatamadığım, imzalatmayı istediğim, sahaflardan kitabını bulup, yazarı bu dünyadan göçüp gitti diye imzalatamadığım bir kitabım var.bkz ibrahim açanbkz burada hukuk geçmez yazı yazmak kadar olmasa da saçma bi iş.. öncelikle kitaplarımızı karalamamalı ve karalatmamalıyız.. ikinci ve daha önemsiz olanı ise.. o imza ne işe yarar arkadaşım.. nedir yani.. - hacabi.. sen bunları yazmışsın etmişsin çok güzel bravo da.. bunun altına imzanı atar mısın.. yoksa yarın bi gün biri eleştirse mesela.. valla ben yazmadım deyip inkar edecek tabiatta bi insan mısın.. demek gibi olmuyor mu biraz.. cevabınız "evet aynen odur" ise tarayıcınızdaki bu sekmeyi kapatın.. cevabınız "hayır canım nalakası var" ise okumaya bir alt satırdan devam ediniz.. nası nalakası var lan.. bal gibi de o demek işte.. yoksa neden imzalasın kitabı.. güzel türkçemizde altına imzamı atarım diye bi deyim var.. yok mu.. ben mi uyduruyorum bunları.. sen bana yalancı pezevenk mi dedin.. bak gelmiyim oraya çok fena yaparım.. laaağyn.. bu atarlanmam karşısındaki tepkiniz "tamam abi büyüksün ben ettim sen etme" ise tarayıcınızdaki bu sekmeyi kapatın.. tepkiniz "hayır canım nalakası var" ise okumaya bir alt satırdan devam ediniz.. eaaa ama sıktın ama sen de ama.. git kardeşim gece gece senle mi uyğraşıcam.. bi git.. bi defol.. git kime neyini imzalatıyosan imzalat.. bana ne lan.. bir nevi televizyondan selam yollamaktır veya televizyondakinden selam ezik bir surat ifadesiyle sevilen yazara 'ben sizi çok seviyorum' demeye çalışmak ama heyecandan 'ben, imza, geldim' diyerek yanından ayrılmak. gelecege kalacak cok tatli bir ilk kitabimi 9 yasinda imzalatmistim. muzaffer izgu gelmisti sehrimize, ablam da elimden tutup goturmustu eve gittigimde kitaplikta gordum de, o gune goturdu heyecanlanmistim. zira imzalattigim kitap ayni zamanda satin aldigim ilk kitapti. bkz anneannem askere gidiyor hayatımda iki kez yaptığım eylem biri soner yalçın ile diğeride mehmet ali birand iledir. lisede edebiyat hocasının cebren ve hile ile gerçekleştirdiği eylemdir. bahsi geçen hocamız hikaye, deneme ve şiirlerinin yer aldığı bir kitap yazar. tabi bu kitabı tüm sınıfa yoklama listesindeki sıra ile satar. ardından da lütfederek, tek tek yanına çağırarak kitapları imzalar. çocukluk, kimsenin gıkı çıkmadan tıpış tıpış almıştık kitabı. hani bazı insanlar kitap aldıklarında hemen isimlerini ve o günün tarihini onu anlamadım bugüne kitaplara ismimi yazmak hiç aklıma gelmedi mesela. aldığım kitabı imzalatmak da hiç aklıma gelmedi. imzalatsam da, kitap benim için daha değerli bir hale gelmezdi. o kitabı daha iyi anlamama,daha severek okumama vesile ya da imzasız. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
Sırtınızı Taksim Meydanı’na verin, Tünel’e yürüyün. Solunuzda Hıdivyal Palas’ı göreceksiniz. Merdivenleri inince de karşınızda 20. yaşını kutlayan Aras Yayıncılık. Eylül 1993’te kurulan Aras bugüne kadar Ermeni edebiyatının farklı türlerinde 40’ı Ermenice, 100’ü Türkçe 140 kitap yayımladı. Peki 20 yıl nasıl geçti? Kitaplığımızda, ders kitaplarımızda Ermeni edebiyatı nerede duruyor, kaçımız tereddütsüz beş yazar sayabiliriz? Ermeni edebiyatına nereden başlayalım? Yayınevinin kurucularından Yetvart Tomasyan, nam-ı diğer Tomo Bey ve editörlerden Ararat Şekeryan Aras Yayıncılık’ı ve Ermeni edebiyatını anlattı. Aras Yayıncılık nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? T İstanbul’da 50 sene önce Ermenice kitap basan yayınevi vardı. Ama kurulduğumuz dönemde yoktu. Jamanag ve Marmara gazeteleri çıkıyordu. Marmara gazetesi sınırlı personeliyle ihtiyaç oldukça kitap yayınlıyordu. Ben ve arkadaşlarım gönüllü çalışıyorduk. Ragıp’ı Zarakolu da analım. Belge Yayınları “Marenostrum Dizisi” çerçevesinde Ermeniceden Fransızcaya, İngilizceye çevrilmiş kitapların Türkçe çevirilerini basıyordu. Öte yandan Mıgırdiç Margosyan 1992’de Gavur Mahallesi’ni Türkçe yeniden yazıp Bebekus Yayınları’ndan yayımladı ve çok ilgi gördü. Ortam böyleyken pratikte Ermeni yazarların eserlerinin yayımlanması ihtiyaçtı. 1993’te biz de ilk Gavur Mahallesi’ni bastık. Yayınevi nasıl bir ortamda kuruldu? T Geçenlerde Kardeş Türküler ve Kalan Müzik de 20. yılını kutladı. Demek ki o yıllar önemli. Devletin katında Ermeni kelimesi hakaret gibi kullanılıyordu. Sıradan insanlar da Ermenileri tanımıyordu. Nüfus memurluğunda bir hanım bana “Yabancı mısınız?” diye sormuştu. Belki iyi niyetiydi, Ermeni olmak kötüydü ya, nezaket gösterip “Ermeni misiniz?” diyememişti. Bu şartlarda sanat ve edebiyatla kendinizi anlatmak için yola çıktık. Ş Yayınevi 1993’te, o karışık yıllarda kuruldu ama 1990’ların sonunda sesini duyurdu. Hatta 2000’lerle birlikte Avrupalılaşma, görece demokratikleşme süreciyle daha faal oldu. Bugüne kadar en çok hangi yazar/kitap ilgi gördü? Ş Margosyan Doğu ve Güneydoğu’da inanılmaz okunuyor. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda en popüler yayıneviyiz. Gavur Mahallesi 15. baskısını yaptı. Korsana bile düştü. Bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz? T Biraz son yılların konjonktürüne bağlı. Kürt meselesi artık konuşuluyor, tartışılıyor. Margosyan da Diyarbakırlı. Öykülerinde muhakkak Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Yezidiler, Türkler ve Yahudiler var. Hikayelerde herkes kendini görüyor. 20 yılda ne gibi sıkıntılar ve güzellikler biriktirdiniz? T Bugüne kadar baskı görmedik, kitaplarımız toplatılmadı, hakkımızda dava açılmadı. Ama niçin bilemem. Burada eşim Payline ve kız kardeşim Takuhi idari işleri ve dizgiyi hallediyor. Fakat editörlükle, çeviriyle, yayıncılıkla uğraşmak isteyen özellikle de nitelikli genç insan sıkıntımız var. Ş Bugün piyasada Batı dillerinde yetkin çevirmenler var. Ama Ermenicede yok. Bu da editoryal kadromuzun genişleyememesinin temel sebeplerinden; yayın yönetmenimiz Ardaşes Margosyan’la birlikte çalışan iki-üç editör ve yedi-sekiz gönüllüden ibaret bir kadromuz var. T Düşünün bu toplum bin yıldır beraber yaşıyor, iki bine yakın Ermenice harfli Türkçe külliyat var. Ermeniler 1600 yıldır bu coğrafyada kendi alfabesiyle yazılı bir kültür üretmiş. Buna rağmen Türkiye’deki üniversitelerde Ermeni Dili ve Edebiyatı kürsüsü yok. En azından 50-60 sene önce bu bölümler açılsaydı bu sıkıntı olmazdı. “Gözünü çıkarırsam beni göremezsin” Davalardan kaçınmak için otosansür uyguluyor musunuz? T Otosansür değil ama otokontrolden söz edebiliriz. Derdim sana kendimi anlatmak ama gözünü çıkarırsam beni göremezsin. Başımıza dert olacak kitabı basmayız. Fakat bastığımız kitabı makaslamayız. Çeviride zor paragraflar üzerinde tartışırız. Bazen bir cümleyi devrik hale getirirsiniz ve problem kalmaz. Ş Otosansür mevzusunda ilk mesele başımıza iş açmamaksa, ikinci mesele de kuru propagandaya düşmeden derdimizi edebiyatla anlatmaya çalışmak. “Nasıl” yaptığımıza, yani üsluba önem veriyoruz. Estetik değeri olmayan, insandan çok küçük politik hesaplara önem veren kitaplarla ilgilenmiyoruz. Örneğin geçenlerde bastığımız referans eser “1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler”in 1992’de Fransa’daki orijinal baskısının adı “Soykırım Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler”di. Buna dikkat ettik mesela. Sonuçta kitap gazete-dergi gibi hızlıca ve ucuza ulaşılabilen, hızla tüketilen bir şey değil. Toplumdaki genel önyargıları, entelektüel gelişmişlik seviyesini de hesaba katmak gerekiyor. Hele ki bir de Ermenilerle ilgili işler üretiyorsanız. Kitap yayınlamak ve satmak bizim durumumuzda daha çok ikna etmek demek oluyor aslında. Rober Koptaş Hrant Dink’in bu kitabı basmak için yaşadığı sıkıntıları anlatmıştı. T Yayınevini 20 sene evvel Hrant Dink ile kurduk. Hrant üç sene sonra haftalık gazete çıkarmayı önerdi. Ben de “Acele etmeyelim” dedim. Çok heyecanlı bir dosttu, müsaade istedi ve Agos’u kurdu. Agos’ta bu kitaptan özet bölümler yayımladı. O bölümler ilgi görünce kitabı basmaya niyetlendi. Ama üzerinde çok baskı vardı. O dönemde bizim yayımlamamızı istedi ve bu vesileyle kitap buraya geçti. Hrant katledilince üç-dört yıl elimiz varmadı. Sonra bir gün kutuyu açtık ve çalışmaya başladık. Aras Yayıncılık’ın nasıl bir yayın politikası var? T Kâr amacıyla kurulmadık. Çeşitliliğe önem veriyoruz. İran’daki Ermeni bir kadın yazarın romanını da, ABD’deki postmodern yazarı da çeviriyoruz. Mizah kitapları da basıyoruz, yemek kitapları da. Merzifon’da 1913’te Ermenice basılmış yemek kitabımız var. Acaba 100 yıl sonra bugün, Merzifon’da kaç matbaada, kaç kitap basılıyor? Yemek kitapları sadece tarif vermiyor; sözü, belli çerçevesi ve mesajı olan kitaplar. Yemeğe ilgi duyan okurun eline bu kitap geçtiğinde, Ermenilerin de kendi gibi insan olduğunu ve yüz yıl önce Merzifon’da yaşadıklarını anlasın istiyoruz. Ş Aras Yayıncılık’ın mottosu “Ermenice edebiyata açılan pencere”. İlk on yılda yayınevi daha çok öykü, roman, şiir kitapları basmış. 2004-2005’ten sonra ise 1915 tartışmalarının hararetlenmesiyle, 100 yıl öncesine odaklanan tarih kitapları ortaya çıktı. Bugün artık edebiyat ve inceleme-tarih türlerinin arasında bir denge tutturmaya çalışıyoruz. Şiir kitabına bile dizin Editoryal açıdan nelere dikkat ediyorsunuz? Ş Editoryal çalışmamız kitabı zenginleştirme yönünde. Kitaba ne katabileceğimize, hangi makaleleri koyabileceğimize, kimin sunuş yazabileceğine bakıyoruz. Buradaki aktif öğrenme süreci. Çeviriler yoluyla buradayız aslında ve işimiz ölülerle. Mesela o yazarı duymadıysak yayına hazırlarken belki ekstra üç kitap okuyoruz. T Okurun ansiklopedilere bakmasına, google’da aramasına gerek kalmasın. Zaten bulamazlar da. Bir köy adına denk gelince Türkçesini araştırıyoruz veya yazarın zürriyetini bulmak için aylarca uğraşıyoruz. Bazen bir kelime için bir ay bekliyoruz. Agos’un genel yayın yönetmeni Rober Koptaş Aras Yayıncılık’ta 15 sene çalıştı. Burası okul gibi. Tarih, sosyoloji, karşılaştırmalı edebiyat öğrencileri çalışıyor. Yayınevi böyle ayakta duruyor, burada her kitap birini yetiştiriyor. Galiba çok titizsiniz. T Şiir kitabına bile dizin koyuyoruz. Geçenlerde TV programında bundan bahsedince, Karin Karakaşlı dizin istemediğini söyledi. Halbuki önceki şiir kitabına koymuştuk. Virgül dergisinde konuyla ilgili eleştiri yazısı bile çıktı. O arkadaşa mektup yazdım. Edebiyat tarihi araştırmacısı Ermeni şiirinde Prens Adaları üzerine çalışıyorsa, bütün şiir kitabını okuyacağına dizine bakar ve işi kolaylaşır. Bunda rahatsız olacak bir şey yok ki. Ş Yılda on kitap basabiliyoruz. Belli bir kalite standardımız var ve bundan taviz verip kitap sayımızı çoğaltmak derdinde değiliz. Ortaya çıkan iş nitelikli olsun, okuyanlar zevk alsın, kütüphanelerinde saklayabilsin istiyoruz. Geçtiğimiz yirmi yıla bakılınca yayınevi bu anlamda başarılı olmuş denebilir. Sahaflarda Aras Yayıncılık kitabı pek bulamazsınız. Açık Radyo’da Ermeni Edebiyatı Numuneleri’ni nasıl hazırlıyorsunuz? T Payline ile Kasım 2012’den beri çok rahat yapıyoruz o programları. Çünkü kitaplarımızın editoryal hazırlık süreçlerinde oluşturulan önü ve arkası, o 20 dakikayı fazlasıyla günde bir perşembe günleri saat yayındayız. İki hafta önce Vahram Mavyan’ın “Her Yerde Ermeni Var” kitabıyla ilgili program yaptık. O kitabı yayına Rober hazırlamıştı. Eminim fazladan üç, dört Ermenice kitap okuması gerekmiştir o süreçte. Okur profiliniz nasıl? T Yazarlara ve türlere göre değişiyor. Mesela Karekin Deveciyan’ın “Balık ve Balıkçılık” kitabını balık meraklıları okuyor. O kitaptan sonra artık bir başbakan Ermeni kelimesini küfür gibi kullansa bile o kitabı okuyana bir şey ifade etmez. Ş Kemik okurumuz var. Ermenice ve Türkçe öykü, roman ve araştırma kitaplarını daha çok Ermeni cemaati okuyor. Bunun dışında kitaplara ve yazarına göre değişiyor. Mesela Foto Galatasaray’ı bir sürü fotoğrafçı, sanatçı aldı. Ermenilerle ilgili tarih kitapları belli entelektüel birikime sahip Ermeni olmayan araştırmacı, akademisyene de ulaşıyor. “Ermenice rüya görmüyorsanız, edebiyat yapamazsınız” Ermeni taşra edebiyatıyla yeni nesil Ermeni edebiyatı farklı mı? Ş Şu anda taşra da, Ermeni taşra edebiyatı da kalmadı. Son temsilcisi Margosyan, birkaç yıldır üretmiyor. Ermenice diaspora edebiyatı da azalıyor. Çünkü yazarlar yaşadıkları ülkenin dilinde yazıyor. Aslında yayınevinde en sık karşılaştığımız sorulardan biri bu ve bugünlerde bu soruya cevap olabilecek nitelikte 700 sayfalık bir “Ermeni Edebiyatı Tarihi” kitabı hazırlıyoruz. Michigan Üniversitesi profesörlerinden Kevork Bardakjian’ın bu kitapta 1915 sonrasında temaların nasıl değiştiğini, diaspora yazarlarının ya da Ermenistan’dakilerin ne tür bir edebiyat üretiminde bulunduklarını veya bulunamadıklarını ayrıntılı biçimde anlatıyor. Kitapta ayrıca 1500-1920 döneminde doğmuş Ermeni yazarların son derece kapsamlı bir dökümü yer alıyor. T Ermeni taşra edebiyatının gelişmesinde 1915’in de tesiri vardı. Yüzyıl başında diasporaya düşenler hatırlarıyla yaşadılar. O yüzden taşra edebiyatı diasporada ve Ermenistan’da çok tuttu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ermeni edebiyatında farklı temalar öne çıkmaya başladı. Ermenicede Batı ve Doğu lehçeleri var. Doğu Ermenicesini Ermenistan, Batı Ermenicesini İstanbul ve diaspora Ermenileri kullanıyor. UNESCO’ya göre Batı Ermenicesi artık kaybolma riskiyle karşı karşıya. Egemenin dilinde yazma konusunda neler söyleyebilirsiniz? T Bugün bir iki isim dışında Türkiye’de Ermenice yazan yok. Ermenice küfretmiyorsanız, rüya görmüyorsanız Ermenice edebiyat yapamazsınız. Ermeni okullarında Ermenice artık yabancı dil gibi öğretiliyor. Çocuk okula başladığında İngilizce gibi algılıyor çünkü anadili değil, evde konuşulmuyor. Boyalı, cici kitapların da hepsi Türkçe. Bu şartlarda nasıl üretsinler ki? Fransa’da, İngiltere’dekiler için de durum aynı. Global dünyada azınlıklara yer yok. Ama yılmamak lazım. Yarına ne aktarırız, onun çabasındayız. 20 yılda nasıl tepkiler aldınız? T Hep iyi tepki aldık. Ara sıra fuarlarda ufak sürtüşmeler oldu ama işin tadını kaçırmadı. Bizim kitaplarımızı bilenler veya merak edenler alıyor. Ş Burası aşırı uç çevrelerin ilgisini çekmeyen bir yer. Mesela Agos haftalık gazete ve kötü niyetli gazeteciler tarafından daha kolay öne atıldı, yazılardan münakaşalar çıkarıldı. Ama işin içinde kitap varsa, Türkiyeli, entelektüel, Ermenilerle ilgili okuyup yazmak isteyenler ilgileniyor. Türkiye’de Ermeni yazarlara ilgi nasıl? T Türkçe kitaplarda 1000-1500 basıyoruz ve çoğu ikinci baskı yapıyor. Baskısı tükeneni muhakkak tekrar basıyoruz. Türkiye’de aynı vapurda yolcuyuz. Mesela Yaşar Kemal’in İnce Memed’i Türkiye’de kaç yılda ne kadar sattı ki? O kitap Sovyetler zamanında Ermenistan’da yaklaşık 20 bin basıldı. Köylüler rakı masasında saatlerce kahramanların ruh halini tahlil ediyordu. Ş Aras Yayıncılık Türkiye’nin kültürel iklimden bağımsız değil. Bugün Türkiye’de yazarlar bin-iki bin adet satınca başarılı sayılıyor. Böyle düşünürsek Ermeni yazarlar, tanınıyor ve okunuyor. Kitabevleri ilgi gösteriyor mu veya bakanlıklar kütüphaneler için sizden toplu eser alıyor mu? Ş İstanbul’daki kitabevlerinde politik çekince yok. Sektöre bağlı sıkıntılar var. Butik yayınevlerinin kitapları ön raflarda en fazla ne kadar durur ki? Aras Yayıncılık’ın kitapları "bestseller" değil. T Kültür Bakanlığı belli prosedürlere uygun, belli dönemde basılmış kitapları alıp kütüphanelere dağıtıyorlar. Bizden de iki yıldır kitap alıyorlar. "Birbirimize yabancı bırakıldık" Kültürlerin etkileşiminde edebiyat nerede durur? T “Ermeni Edebiyatı Numuneleri –1913”ü yayımladık. O tarihte Ermeni entelektüel, Sarkis Srents Ermeni edebiyatını Osmanlıcaya çevirmiş ve kitaptaki övgü yazılarına bakılırsa kitap Türk entelektüellerinden büyük ilgi görmüş. Böyle sürseydi bugün birbirimizi daha kolay anlardık. Yüz yıllık cumhuriyet döneminde dışa göç olmazdı. Nüfus memuru bana “Yabancı mısınız?” demezdi. Askerde kimse Ermeni arkadaşına silahını doğrultmazdı. Hrant’ı orada kaldırımın üstünde aşağı indirmezlerdi. Ş İnsanların kütüphanesinde Dostoyevski, Tolstoy, Baudelaire yan yanayken, Türkçeye çevrilmiş Ermenice şiir kitabı da bulunsaydı bugün sadece Ermeni-Türk toplumlarının ilişkisi değil, genelde Türkiye çok farklı bir yerde olurdu. Bu yüzden de olanca zorluğa rağmen burada üretebilmek derdindeyiz. Burası 20 yıl daha yaşarsa belki Dostoyevski’nin yanında Margosyan’ın kitapları, Zaven Biberyan’ın “Babam Aşkale’ye Gitmedi”si de olur. Bu birçok şeyi değiştirecektir. Biraz kişisel ama Ermeni, Rum, Kürt edebiyatında eksiğimi fark ettim. Bu eksiğimi neye bağlamalıyım? T Ders kitaplarında Türk yazarların sansürlendiği ortamda günahınız yok. O Milli Eğitim’in günahı. Ermeni, Rum, Kürt edebiyatı örnekleri zaten ders kitaplarında yer almıyor. Aksine Ermenileri horlayan ifadeler var. Sadece kin ve nefret muslukları açık bırakıldığı için birbirimize yabancı bırakıldık. Aslında insanlar inanılmaz susuz. Mesela Diyarbakır Kitap Fuarı’nda Margosyan kitabını imzalarken, okurlardan biri “Gerçek mi?” dedi ve yazara dokunmak istedi. Margosyan’ı okuyup sevdinizse dokunmak istiyorsunuz. Çok normal bir durum anormal oluyor. Bu da ayrı bir travma. Ş Söylediğiniz genel duruma uygun. Ermeni edebiyatını bilmediğini fark eden ve bundan yakınan pek çok insan var. Tarih kitaplarında da Ermeniler, Rumlar arkadan hançerleyen veya en iyi ihtimalle hoşgörülen toplumdur. Durum böyleyken kim hazırladığı ders kitabına Ermeni yazarlardan örnekler alabilir, hangi hoca derste okutabilir? Nereden başlamalıyım? T İlle pencere açacaksak “Ermeni Edebiyatı Numunleri –1913”ten başlayabilirsiniz. “Babam Aşkale’ye Gitmedi”yi, “Gavur Mahallesi’ni okuyabilirsiniz. Siyasi mizah seviyorsanız Yervant Odyan’ın Yoldaş Pançuni’sini, sanatla ilgileniyorsanız Arshile Gorky’yi okuyabilirsiniz. 1915’teki faşizm nedeniyle Adıyaman’da ailesini yitiren bir yetimin sığındığı Fransa’da 1940’larda Nazizm’e karşı nasıl mücadele ettiğini merak ediyorsanız Misak Manuşyan’ı ya da edebiyatın çeşitli türlerini denemiş ünlü Amerikalı Ermeni yazar William Saroyan’ı önerebilirim. Ders kitaplarında Ermeni yazarlar yer alsaydı ne olurdu? T Bu ülke güleryüzlü, mutlu bir ülke olurdu. Yalnız Ermeni yazarlar değil, Yaşar Kemal de ders kitaplarında olsaydı, insanlar o coğrafyadaki onlarca çiçeğin adını veya bir çiçeği tarif etmeyi öğrenirdi. Onları okuyan çocuklar büyüdüğünde sevgililerine o çiçeklerden bahsetseydi kime ne zararı olurdu? Belki kadın-erkek ilişkilerindeki hoyratlık da bu bilgisizlikten besleniyor. "Öteki" için topyekûn iyileşme Şu anda gazeteciler, avukatlar, öğrenciler, siyasiler cezaevinde. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? T İnsanlar düşündüklerinden, yazdıklarından ötürü dört duvar arasında olsun, olacak şey mi? Böyle birbirimizi nasıl anlayacağız? Kanunlar egemenlerden yana. Aslında kanun ezilenden yana olmalı. Zaten egemensin ve tepemdesin. Bir de kanunla tepeme çıkarsan bana yaşama şansı kalmaz. İsmail Beşikçi’yi yıllarca hapiste çürüttük. Kim kazandı? Yine onun dediği yere doğru gidiyoruz. İktidarı anlamak da zor. Bir sene önce bombalar, gencecik çocukların üzerine yağdırıldı. Üç ay evvel Abdullah Öcalan’ı asmaktan bahsediliyordu. Öcalan şimdi çözüm ortağı. Biz neye inanalım? Ama yine de dilimizi barıştan ayırmamalıyız. Gündemdeki barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ş Barıştan çok Türklerle-Kürtler arasında yaşanan bir kaos süreci gibi geliyor bana. İki taraf da insanların kafasını karıştırmak için elinden geleni yapıyor. Bir yandan barış konuşuluyor, diğer yandan bombalar yağmaya devam ediyor. Öte yandan İmralı tutanaklarının iki gün içinde basına sızması meselesi... Basında günlerce “Kim, niye sızdırdı?” diye konuşuldu. Halbuki barışın kilidi olarak görülen Abdullah Öcalan’ın Yahudi, Rum ve Ermenilerle ilgili söylediği sarsıcı şeyler var. Otuz yıllık savaşın sonunda gelinen bu “barış süreci”nde Türk resmi görüşlerinin yüz yıllık ezberlerinin Kürt versiyonlarının üretildiğini görüyoruz. Bir iki cılız ses dışında Kürt siyaseti de dahil kimse de çıkıp bunlar yanlıştır, çarpıtılmıştır demedi… T Tüm bunların yanı sıra en görünür mesele Kürt meselesi. Bu yayınevinde kitap basabiliyorsak, Agos çıkabiliyorsa, bunun yüzü suyu hürmetinedir. 30 sene evvel bir Ermeni okulunun tuvaletinde sifon bozulduğunda bile tamiri için sağa sola dilekçeler yazılırdı. Aksi halde teftiş görürdü. Ne yapacaktık? O idareciler çocukları bokun üzerine mi oturtacaktı? Şu anda iyileşme var. Ama ezilen, öteki, yabancı sayılanlar için topyekûn iyileşme lazım. Türkiye’de Kürtlerin problemleri çözülürse, Ermenilerin, transseksüellerin, şiddet gören kadınların da problemi çözülür. Zaten böyle olmazsa o yara yine kanar. Sokakta horlanan transseksüelin derdi, benim derdim. Ermeniliğinden ötürü rahatsızlık yaşayan, Cumartesi Anneleri’ni görmezlikten gelemez. Hiçbir şey bana kadar olmamalı. Dünyaya böyle bakarsak iyi günler yakındır. EG/YY Dizinin diğer röportajları Kürt Edebiyatından Bir Yazar Adı Söyleyebilir miyiz? Rum Edebiyatından Bir Yazar Adı Söyleyebilir miyiz?
70’lerin sonu, 80’lerin başı olmalı, ilk imza günüyle Nişantaşı’ndaki Akademi Kitapevi’nde karşılaştım. Daha öncesinde pek imza günü yapıldığını sanmıyorum. Genelde yazarlar eşlerine, dostlarına, kitapları hakkında yazacaklarını umdukları yazarlara ve gazetecilere kitap imzalardı. Yani imzalı kitap az bulunur bir şeydi ve kime imzalanmışsa onun için hemen ardından, Tüyap, Taksim Meydanı’ndaki o zamanki Intercontinental, şimdiki The Marmara Oteli’nin Balo Salonu’nda ilk kitap fuarını açınca imza günleri Nesin’in, Yaşar Kemal’in önünde uzun kuyruklar oluştu. Okurlar için imzalı kitap sahibi olmak önemli bir şey haline geldi. Çünkü, özellikle ilk zamanlar yazar size özel olarak imzalamış gibi bir hava yaratabiliyor, arkadaşlarınız arasında birbirine kitap imzalama işi gelişti. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren yazarlarımız okumaz olunca, başta şairler olmak üzere kitap çıkaranlar birbirlerine kitap imzalamayı yoğunlaştırdılar. Sanırım birisine imzalı kitap yollayınca onun kendilerini önemseyeceğini, “Bana değer vermiş, kitabını imzalayıp yollamış” deyip kitaplarını okuyacağına sandılar. Oysa, yayıncılık ofset baskıya ve bilgisayarla baskı öncesi hazırlığa geçince kitap üretmek kolaylaşmıştı ve bunun sonucu olarak çok fazla kitap çıkmaya başlamıştı. Artık genç şair ve yazarlar dergilerde yayınlanmayı es geçip hemen kitap çıkarma yolunu üretiminin artması ile birlikte imzalı kitapların dolaşımı da arttı. Ama okurun imzalı kitaba ilgisi hiç azalmadı, şaşırtıcı şekilde arttı. Bu ilgi tabii özellikle çoksatan yazarların imzalarınaydı. Kitap fuarlarında, zincir kitapçılarda hep onların okurları uzun kuyruklar oluşturdular. Diğer yazarlar ise böyle bir ilgi yandan özellikle sahaflarda bir imzalı kitap pazarı oluştu. İmzası az bulunan yazarların kitapları oldukça değer kazandı. Tabii kime imzalandığı da önemliydi. Ünlü bir yazar ünlü birine kitap imzalamışsa kitabın değeri daha da artıyordu. Örnek vermek gerekirse, “imzalı” diye bir arama yaptığınız da Nazım Hikmet’in imzalı bir kitabının 23 bin liraya satıldığını görebiliyorsunuz. Orhan Veli’nin Vazgeçemediğim’i 17 bin, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı da 17 bin liradan satışa sunulmuş. Tüyap’ta imza yaptığında kimselerin ilgi göstermediği Cemal Süreya’nın imzalı kitapları da 17 binden satılıyor. Bu 17 bin’in bir sırrı olsa gerek. Ama aynı aramada 90 kuruşa satılan imzalı kitaba da rastlıyorsunuz. Bunun nedeni yazarın tanınmamışlığı da olabilir, çok fazla imzalı kitap dağıtmış olması da. Tabii zamanında çok satan diye sırasına girip heyecanla imzalatılan kitabın aslında hiçbir edebi değeri olmadığını anlayıp atmış olmaları da mümkün. En ucuz imzalı kitaplar listesinde o isimlere sıkça rastlıyoruz. Popülerlik uzun sürmeyince unutulmaya terk ediliyorlar, kitapları imzalı da olsa elden de ünlü kişilere, gazetecilere, eşe dosta yollanan kitapların sahaf tezgahlarına düşmesi durumu var. Bu esas olarak iki yoldan gerçekleşiyor. Birincisi yazar ölünce ailesi evdeki kitapları hemen sahaflara satıyor. Bu eskiden beri olan bir şey. Yetmişlerde, seksenlerde Sahaflar Çarşısı’nda sıkça rastladığımız bir olaydı. Ölen yazarın kitaplarını satın alan sahaf işine yarayanları seçtikten sonra kitapları çarşının ortasına yığar diğer sahaflara yok pahasına satardı. Hâlâ da ölen yazarların, çevirmenlerin kitapları sahaflara satılıyor, kısa bir süre sonra da onlara imzalanmış kitapları sahaflarda görüyoruz. Bu garipsediğimiz bir durum ama ülkemizde yazarların kitapları bir yana değerli el yazmalarını bile toplayan kurumlar olmadığı için dışında tek yol var kütüphaneler. Onlar da her yazarın kütüphanesini almak istemiyor, alsalar da gerekli önemi verdiklerini söylemek mümkün değil. Yine imzalı kitaplar üzerinde üniversite kütüphanesi damgasıyla sahaflara gelebiliyor. Kütüphaneler mi bu kitapları veriyor, yoksa birileri çalıp mı satıyor, bilemiyorum ama hazin son yolsa yazarın kendisine gelen imzalı kitapları atması ya da satması. Bu iş öyle hızlı oluyor ki, bazı kitapları neredeyse yayınlandığı gün sahaflarda imzalı olarak bulmak mümkün. Özellikle gazete ve dergilere yollanan kitaplar büyük bir hızla sahaf tezgahlarına ulaşıyor. Bu işi kendilerine kitap yollanalar mı yapıyor, yoksa gazetelere gelen kargoyu kabul eden görevliler mi, bilemiyorum. Bana iki olasılık da mümkün bu olayları bilmemiz pek mümkün olmuyordu. Ama artık yazarları birbirine düşürmeyi, eşiyle dostuyla kavga etmesini isteyen okurlar var. Bunlar sosyal medyayı da iyi kullanıyorlar. Sevmedikleri bir yazara imzalanmış bir kitap buldular mı hemen sosyal medyada, imzalayan ve imzalananı da etiketleyerek paylaşıyorlar. İmzalı kitap yollayan kitabının kitaplığa konmayıp sahaflara satılmasına kızıyor. Kendisine kitap imzalanmış yazar suçlu konuma düşmüş oluyor. Suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Gerekçeler 65 bin kitap yayımlanan bir ortamda imzalı da olsa her kitabı kitaplıkta tutmak pek mümkün değil. Hele işiniz kitap tanıtımı yapmaksa ve size her ay onlarca kitap geliyorsa. Bence doğru çözüm ihtiyaç fazlası kitapları kütüphaneye bağışlamak, öyle yapıyorum. Ama bana imzalanmış bazı kitapların sahaflarda satışa sunulmasını yine de önleyemedim. Bunun nedenini de merak ettim. Bir örnek vermek gerekirse; şair arkadaşım bana toplu şiirlerinin bir cildini imzalayıp yollamış. Benden “kitabın ulaştı, teşekkür ederim” diye bir yanıt beklerken twitter’da muhbir bir okurun mesajıyla karşılaşmış. Okur bir sahafta onun bana imzaladığı kitapla karşılamış, hemen fotoğrafını çekip twitter’da paylaşmış. Arkadaşım durumu bana bildirdi. Sitem etse haklıydı, etmedi. Ben de kitabın bana ulaşmadığını söyledim ama bir merak da aldı. Bana ulaşmayan kitap nasıl sahaflara gitmeyi başarmıştı?Kargo şirketlerinin durumu malum. Oldukça dağınık ve dikkatsiz çalışıyorlar. Ama imza karşılığı teslim edilmesi gereken bir kargoyu teslim etmemeleri garip. Olamaz diye düşündüm ama çoğu yayıncının ucuz olduğu için tercih ettiği kargo şirketinin bu konulara hiç dikkat etmediğini öğrendim. Bu kargo şirketi adresinizde bulunsanız bile eleman üşendiği için olsa gerek, yukarı çıkmayıp “Geldim bulamadım” diye giriş kapısına kağıt bırakıp sizi postaneye çağırabildiği gibi, imzayla teslim etmesi gereken kargoları da kapının önüne atıp gidebiliyordu. Hele içinde kitap bulunan ve alıcının geleceğinden habersiz olduğu kargoların başına neler geliyordu, bilemiyorum. Ama bu tip kargoların içindeki kitapların doğruca sahaflara götürüldüğünü bile çözüm, tanımadığın hiç kimseye kitap imzalamamak ve imzaladığın kitabı elden teslim etmek.
Yazar olma sıfatı ya da statüsü, geçmiş yüzyıllara kıyasla günümüzde oldukça kolay elde edilen ve belirli bir altyapı barındırmamasına karşın kendini dışavurmak isteyen herkes tarafından rahatlıkla yapılabilecek bir eylemdir. Burada fikir beyanatı yapmadan doğrudan konuyu vermeye çalıştığımın altını çizmek istiyorum. Çünkü artık piyasada birçok yazar oluşu ve bu konuda belirli bir standartın olmaması mesleğin ve içeriğin standartlarının düşmesine neden oldu. Peki, gerçek anlamda yazar nedir, ne iş yapar ve nasıl yazar olunur? İçindekiler1 Yazar Nedir?2 Yazarlık Eğitimi Nasıl Verilir?3 Yazar Nasıl Olunur? Hikaye Örgüsü Giriş, Gelişme ve Sonuç4 Kitap Nasıl Basılır? Yazar Nedir? Kısaca yazarlık, yazı yazarak belirli bir içerik üreten kişiye verilen sıfattır. Yazarlık statüsüne ulaşmak için bilinenin aksine belirli bir yazı disiplininde yazmaya gerek yoktur. Estetik açıdan kalite barındırması ya da belirli bir bilgi vermesi de koşul barındırmaz. Yazar olma eylemini yerine getirmek için kişinin sadece yazması ve bu üretimi bir meslek olarak nitelendirmesi gerekmektedir. Yazar olma eylemini faaliyete dökmek için yapılması gereken tek şey, yazılı bir üretim meydana getirmektir. Geçmiş dönemde yazı yazmak ve yayınlatmak oldukça zor şartlar altında gerçekleştirildiği için, yazar statüsü toplumun aydın kesiminden olan kişiler tarafından gerçekleştirilirdi. Günümüzde ise maalesef belirli bir standart ya da amaç taşımaksızın her kitap yazmak isteyen rahatlıkla eserini yayınlatabilir. Yazarlık eğitimleri ile yaratıcı içerik oluşturma ve özgün yazı yazma kazanımları elde edilebilir. Yazarlık Eğitimi Nasıl Verilir? Başta yazarlığın tanımını yapma nedenim; yazar olma durumuna karşı belirlenen fikirlerin, aslında belirli bir disiplin ve estetik kaygıyı yazar olmak isteyen kişilere yansıtma arzusunun, bir noktada yapay olduğunu ispatlamaya çalışmamdan kaynaklanmaktadır. Çünkü yazar olmak isteyen kişilerin çeşitli amaçları olsa bile, güncel yazı piyasası içerisinde var olmalarının anahtarı, bu standartları karşılamaktan geçeceğine inanılıyor olmasıdır. Yazarlıkta özgün olma durumu günümüzde çok nadir rastlanan bir biçimdir. Özgün olan yazılar postmodern ya da deneme kalıplarıyla yayınlanırken, diğer alternatif türlere göre daha az dikkat çekmektedir. Verilen eğitimlerin sonucunda, size belirli standartlarda yazı yazma ve içerik üretmenin öğretilmesi mümkündür. Fakat bu sizin, bu eylemlerden beklentiniz olan şeyleri karşılayacağınız anlamına gelmez. Birçok yazar, yazı yazma eylemini arzularını yerine getirmek adına gerçekleştirir. Bunlar arasında; yazı yazarak para kazanmak, ünlü olmak, düşüncelerinin değerli olduğunu ispat etmek, yazılarını ve sesini olabildiğince çok kişiye duyurabilmek, varlığını ispat etmek ve fark yaratabilmek yer alır. Yazar olmak isteyen kişi, bunlardan birini ya da hepsini aynı anda isteyebilir. Ancak size çoğu işletmenin para karşılığı sunduğu bu yazarlık eğitiminin sonucunda kendinizi bir ya da daha fazla arzunuzun karşılandığını görmek maalesef biraz şans işidir. Bu yüzden de minimum beklentiyle, bir hobi olarak değerlendirerek başlamanızı daha sağlıklı buluyorum. Yaratıcı yazarlık hakkında bilgi alabileceğiniz pek çok kaynak bulabilirsiniz. Bunlardan biri olan Yaratıcı Yazarlık ve Günümüz Türk Öyküsü çalışması, oldukça kapsamlı ve bilgilendirici bir yazıdır. Yazar olmak için öncelikli olarak yayınevlerinin nasıl düşündüğünü kavramanız gerekmektedir. Daha önce “Üç Kere Ağza, Üç Kere Burna Yayın Öyküsü” kısmında da belirttiğim gibi, yazar olma durumunuzu tasdik etmek için kitabınızın yayınlatılması gerekmez. Ancak çoğu kişi benim gibi tercihte bulunarak yazılarını yayınlatma yolunda ilerlemeyi seçebilir. Ben de bu yolda ilerleyerek kendimi yazı dünyasına atma ve kalıcı olma arzusuyla hareket ettim. İlk karşıma çıkan duvar, özgün olma fikriyle mücadele etme düşüncesiydi. Eğer belirli bir seviyenin üzerinde bir yazar olmak istiyorsam, kendi standartlarıma göre özgün olmam gerekecekti. Kitap yazma düşüncesine başlamadan önce, kısaca öykümü belirttim. Burada belirli bir öykü belirleyerek başlamanız çok önemli. Sonrasında bu öyküyü üç eşit parçaya bölmek gerekti. Bunu en basit edebiyat tabiri olarak giriş, gelişme ve sonuç olarak nitelendirelim. Bu şekilde zor ifade edeceğimden dolayı örnekle ilerlemenin daha kolay olacağını düşünüyorum. Hikaye Örgüsü Oluşturmak Diyelim ki öykümüz, Ali isminde bir çocuğun başından geçen olumsuzluklar ve sonucunda bir kadın ile tanışıp mutlu olması. Hikayeyi üç eşit parçada anlatmak istiyorsak, giriş kısmında Ali’yi ve Ali’nin evrenini anlatmamız gerekir. Böylece okuyucular Ali’ye empati kurabilir ve Ali’nin hangi durumda nasıl tepki vereceğini az çok tahmin edebilirler. Gelişme kısmında ise Ali mücadelesine başlar ve başından geçen olumsuzluklar anlatılır. Sonuç kısmında ise kız arkadaşı ile tanışır ve hikayemiz mutlu sonla tamamlanır. Tabi ki Ali’nin hikayesini oluşturma durumumuz bununla da sınırlı değil. Hikayenin alt yapısını ne kadar güçlü hazırlarsak geriye kalan kısımlarda daha tutarlı ve mantıklı bir içeriğe sahip olmuş oluruz. Bu yüzden Ali’yi tam anlamıyla bir empati noktasına çekmek için, biz okuyucuyla paylaşmayacağımız ama kendimiz yazı yazarken sıklıkla kullanacağımız bir karakter altyapısı hazırlayacağız. Burada Ali’nin yaşı, okulu, ailesi, çocukluğu, idealleri, kitaba kadar başından geçen olayları kısaca anlatacağız. Bunu sadece Ali için de yapmayacağız. Bu sayede karakterlerimizin alt yapısı tamamen hazır olacak ve davranışları belirli bir kalıp ve şema belirleyecek. Bu şemaları doğrudan hazırlayabildiğimiz için simgesel olarak ve ideolojik açıdan her türlü düzenlemeyi yapmamız mümkün olacak. Giriş, Gelişme ve Sonuç Hikayemizin olay örgüsü bir diğer önem taşıyan ayrıntımız. Olay örgüsünü hazırlarken daha önce hazırladığımız giriş, gelişme ve sonuç ekseninde hareket etmemiz gerekiyor. Giriş kısmında Ali’nin hayatını anlatırken hangi ayrıntıları vereceğimizi, belirleyeceğimiz sahne ve sekanslarla okuyucularla sırasıyla buluşturacağız. Öncelikli olarak bunların başlıklarını tek tek hazırlamamız gerekiyor. Ali’nin evi, Ali’nin arkadaşları, Ali’nin iş durumu ve Ali’nin yalnızlığı olarak belirlediğimizi varsaydığımız bu eksen içerisinde her bir başlığın içerisinde belirli bir tutarlılık barındırması için mekanları ve yan karakterleri de işin içerisine katmamız gerekiyor. Bunu da hikayeyi üç eşit parçaya böldüğümüz gibi; giriş, gelişme ve sonuç eksenini de kendi içerisinde paydalara bölerek başaracağız. Bu sayede hikayenin girişinden sonucuna kadar gideceği yön haritası elimizde baştan sona tamamen belirlenmiş olarak hazırlanacak. Sonunda bütün şema ve taslaklarımız hazırlanmış, işin mimarlığı ya da mühendisliğini bitirmiş bir vaziyette düzenleme kısımlarına ilerleyebiliriz. Bu noktadan itibaren elimizde olan şema doğrultusunda olay örgüsünü ve sahneleri betimleyecek ve taslağımızı yazmaya başlayacağız. Kitap basımı için ilk olarak bir yayınevi ile görüşmek gerekir. Kitap Nasıl Basılır? Öncelikli olarak yayınevlerinin çalışma prensiplerinden bahsetmek gerekiyor. Yayınevleri; dizgi, editörlük, sanat yönetimi, kapak tasarımı, reklam, pazarlama, basım ve dağıtım konusunda yazarlara ve okurlara hizmet etmektedir. Amaçları, bu doğrultuda yatırım yaptıkları bir yazardan aldıkları içerikten maksimum kazancı sağlamaktır. Bir yazar, ilk kez basılı yayın perdesini aralamak isterse, yayınevleri yukarıda yaptıkları işlerden maksimum masrafları çıkartarak oluşabilecek zararları minimalize etmeyi amaçlarlar. Sonucunda da kişinin yazdığı yazıdan bağımsız olarak belirlediği bütçesi, basım ve dağıtım konusunda yayınevlerinden faydalanmalarını sağlayabilir. Kısaca kişinin ne kadar iyi yazdığından daha önemli olan bir konu varsa o da bu iş için ayıracağı bütçesidir. Bu konuda bütçesi olmayan kişiler, kitaplarının dizgilerini, editörlüğünü, kapak tasarımlarını, bandrolünü ve tasarımlarını kendileri yapabilirler. Böylece yayınevlerine çıkarttıkları masrafı en aza indirebilirler. Ben ilk çıkarttığım eserde bu yolu izledim. Bunun avantajlı ve dezavantajlı tarafları mevcut. Ancak o da başka bir günün konusu. Kısaca kitap çıkartma işlemi hiç de göründüğü kadar zor bir durum değil. Sizden hayallerinize giden yolda olağanüstü rakamlar bekleyen yayınevleriyle çalışırken koşulları her iki taraftan da değerlendirmeniz açısından bu yazıyı hazırladım. Umuyorum siz de hayallerinize ulaşabilirsiniz. Farklı bir yazarlık macerasına atılmak isterseniz; dijital sektördeki seçenekleri değerlendirebilirsiniz. Bu anlamda Makale Yazarak Hayat Kazanmak yazımız, size ilham verebilir.
yazarlar kitap imzalarken ne yazar