🦦 Dünya Ile Ilgili Öykü Kısa
Kısaöykü klasik giriş-gelişme ve işlevsellik kurallarına karşıdır. Fiziksel zaman yerine en kısa zamanı kullanarak içerik zamanını derinleştirir" dedi. Konuşmacılardan ressam- yazar Derya Yılmaz, 'Dünya Kısa Öykü Günü' ile ilgili kaleme aldığı bildirisini okudu, düşüncelerini aktardı. Yılmaz, "Kısa öykü
Profesör Pierre Bergson, duygu yüklü bir anlatı ile başladı dersine. Amfi tıka basa doluydu. “Büyük Göç” adı verilen mülteci akınıyla başladı bu kıyamet. Yurtları yakılıp yıkılmış milyonlarca insan kısa sürede Avrupa’nın kalbine doğru önlenemez bir akın başlattılar. Burası son umuttu.
Flannery O'Connor Grotesk karakterleri ve Güney Gotiği tarzıyla gerçekten dikkat çekici bir yazar. Aynı zamanda hem empati hem de tiksinti uyandıran Grotesk karakterler insan davranışları ile ilgili alışageldiğimiz kalıpları darmadağın ediyor. Tedirgin eden, şaşırtan, gülümseten, acıma uyandıran etkiler çıkıyor ortaya.
Dünyamızİle İlgili İlginç Tuhaf Bilgiler. Dünya elektrik üretiminin %67'si kömür, petrol veya doğalgaz yakan termik santrallerde yapılıyor. (ilginçbilgiler.net) Kiribati, takımadalardan oluşan, Pasifik okyanusunda yer alan ve Dünyada dört yarımkürede de karaparçası olan tek ülkedir. (halil ak)
Başarı Hikayeleri, Başarılı Olmak İsteyenler için 40 Öykü. Hayatınızda her şey kötü gidiyorken sizi harekete geçirecek bir dokunuşa ihtiyacınız olabilir. Bu nedenle aradığınız ilhamı bulabileceğiniz başarılı insanların öykülerini incelemenizi öneririm. Nesrin Zaman. Abone Ol.
Sessiz geçen dakikaların ardından duraksadı. İnsanlık tarihi ile ilgili öğrendikleri zihninde parladılar bir an. O, tam da şimdi, ölmek üzereyken tüm dünyanın en tanınır insanlarından biri olmuştu. Akışlarda onun ve Selin’in ibretlik yargılanması başı çekiyordu.
Yeşil bir dünya için çevreni koru. Protect the environment for a green world. Çevre İle İlgili Sloganlar – Çevre Koruma Sloganları * Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur. * Herkes sağlıklı, dengeli bir doğal çevrede yaşamak hakkına sahip*tir. * Çevre kirliliği, her anımızı etkileyen sağlıklı bir yaşam konusudur.
Türk Edebiyatı’nın Mikro Boyutta 11 Kısa Hikayesi. 28/05/2016 Türk Edebiyatı. Türk Edebiyatı’nda minimal öykü, çok kısa öykü, öykücük, kısa kısa öykü, kıpkısa öykü, sımsıkı öykü, kısa kurmaca, minik öykü, mini öykü, küçük öykü, ani öykü, mikro kurmaca, küçük ölçekli öykü, mesel, küçük
Mart 9, 2017 admin 1 yorum kısa hikaye, öykü. Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü
Cevap: Dünyanın Şekli İle İlgili İlk Görüşler. Eskiden teknoloji bu kadar gelişmediği için insanlar Dünya’nın yuvarlak olduğunu bilmiyorlardı.İnsanlarDünya’yı düz bir tepsi gibi ya da öküzün boynuzları üzerinde duran bir nesne olarak biliyorlardı.Bazı bilim adamları Dünya yuvarlak dese de insanlar, eğer yuvarlaksa aşağı kısımda kalanlar neden
Onİki Gezici Öykü – Gabriel Garcia Marquez 1970ler ve 1980ler arasında kaleme alınan, ancak 1992 yılına kadar yayımlanmayan On İki Gezici Öykü, Avrupa’daki Latin Amerikalıların hayatlarıyla ilgili ustaca kaleme alınmış on iki ayrı kısa öyküden oluşur.
Atatürk'ün Hayatı > OKUL KÖŞESİ > 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili yazı. Ekim 22, 2016 OKUL KÖŞESİ cinsiyet ayrımcılığı hakkında yazı, kadınlar günü için yazı, kadınların çalışma hayatı.
IWc6Em. Hikâye öykü Nedir Hakkında Kısaca Özet Bilgi Hikâye öykü; gerçek ya da gerçeğe uygun olay veya durumların kişi, yer ve zaman ögelerine bağlı olarak anlatıldığı kısa edebî türdür. Bu türün yapı unsurları olan olay, kişi, yer ve zaman dar kapsamlıdır. Hikâyede genellikle kısa cümleler kullanılır. Hikâyeler, olay hikâyesi ve durum hikâyesi olmak üzere ikiye ayrılır. İtalyan yazar Boccaccio’nun Bokaçyo yazdığı Decameron Dekameron adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul edilir. Fransız edebiyatında Guy de Maupassant’ın Ay Işığı, Alphonse Daudet’nin Alfons Dode Pazartesi Hikâyeleri; Alman edebiyatında Heinrich Böll’ün Haynriş Böl Haberci; Rus edebiyatında Puşkin’in Maça Kızı, Gogol’un Palto, Çehov’un Köylüler, Altı Numaralı Koğuş, Gorki’nin İtalya Hikâyeleri; Amerikan edebiyatında O’Henry’nin O Henri Son Yaprak, William Faulkner’ın Vilyım Folknır Ayı, Edgar Alan Poe’nun Edgır Elın Po Kuyu ve Sarkaç adlı eserleri hikâye türünün dünya edebiyatındaki tanınmış örneklerindendir. Türk edebiyatında destan, efsane, masallar, mesnevi, halk hikâyesi gibi türler; hikâye türünün yerli kaynaklarını oluşturur. XV. yüzyılda yazıya geçirilen Dede Korkut Hikâyeleri, divan edebiyatındaki mesneviler ve halk edebiyatı ürünleri olan halk hikâyeleri; modern hikâyeden önceki dönemlerde hikâye türünün işlevini üstlenmiştir. Batılı anlamda hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde görülmeye başlanmıştır. Bu dönem yazarlarından Ahmet Mithat Efendi ilk yerli hikâye olan Letaif-i Rivayat’ı, Sami Paşazade Sezai ise Batı tekniğine uygun ilk hikâye kabul edilen Küçük Şeyler’i yazmıştır. Servetifünun Dönemi’nde Halit Ziya Uşaklıgil’in Bir Yazın Tarihi; Millî Edebiyat Dönemi’nde Ömer Seyfettin’in Kaşağı, Yüksek Ökçeler; Halide Edip Adıvar’ın Dağa Çıkan Kurt; Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri başlıca hikâye örnekleridir. BAŞKA KAYNAK Hikâye insanın sözü keşfettiği günden bugüne en çok başvurduğu bir anlatım tarzıdır. Hikâye insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgusal bir dünya çerçevesinde fazla ayrıntıya girmeden yazılan kısa ve mensur bir türdür. Türk edebiyatında destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyesi gibi türler hikâyeciliğimizin köklü bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Bugün ayrı bir tür olarak karşımıza çıkan “destan, kıssa, masal, mesel, menkıbe, rivayet, latife, anlatı” gibi türler tarihi süreçte hikâye anlamında kullanılmıştır. Modern anlamda hikâye ise Tanzimat Dönemi’yle birlikte edebiyatımıza girmiştir. Ahmet Mithat Efendi ve Samipaşazade Sezai bu türün ilk örneklerini veren yazarlardandır. Bugüne kadar öykünün değişik tanımları yapılmıştır. Bunlardan en yaygını, “olmuş ya da olması mümkün olayları anlatan kısa yazı” biçiminde yapılmış olanıdır. Bir başka deyişle Yaşanan ya da gerçekmiş gibi tasarlanan olayları yer ve zaman bağlayarak anlatan, yazılara öykü hikaye denir. Romana göre daha kısadır. Kişi sayısı romandan daha azdır. Kişilikler, ayrıntıya İnilmeden çizilir. Bir olayın da ancak çarpıcı yönleri anlatılır. Bu anlattıklarımız, klasik diyebileceğimiz öykünün özellikleridir. Belli bir olaya dayanmayan uzun öyküler de vardır günümüz edebiyatında. Batı edebiyatındaki ilk hikayeler “Boccacio’nun Decameron” adlı yapıtında yer alır. Genel
Roman; yüzyıllar boyunca en çok ilgi uyandıran, üzerinde en fazla konuşulup tartışılan ve fikir üretilen, birey-toplum etkileşimini en yoğun biçimde dile getiren ve bunun yanı sıra toplumu doğrudan etkileme özelliği olan edebiyat türlerinden biri. Şiir sanatı kadar eskilere dayanan köklü bir geçmişi olmasa da roman, özellikle Batı’da burjuvazinin yükselme süreci içinde oluşup gelişen, senfonik yapılı, kapsamlı ve zengin bir tür olarak günümüzde de geçmişte olduğu kadar büyük ilgi gören bir düzyazı biçimi ve bir yaşama/yaşatma sanatı… Roman okurken kendi hayatımızı bir süreliğine askıya alır, yazarın yaratıp sayfalarda yaşattığı roman kişilerinin hayatlarını yaşarız. Roman; kurmaca bir dünya içinde oluşturulan mimari yapısıyla, bu mimariyi ayakta tutan matematiksel sağlamlığıyla, dil estetiğiyle kurulan metinsel dokusuyla başlı başına bir sanat olmayı hak eden bir yazınsal türdür. Öykü nasıl ki hayatın kırılma noktalarında insan gerçekliğine odaklanıyor ve bir ânın veya bir zaman kesitinin içine dünyalar sığdırabiliyorsa; roman da insanı ruhsal derinliğiyle, insan ilişkilerini toplumsal- dönemsel boyutlarıyla işlemesiyle, çoklu ve karmaşık olayların uzun bir zaman dilimine sistematik dağılımıyla, içerdiği dramatik çelişki ve çatışmaların yoğunluğu ve çarpıcılığıyla dikkat çekiyor.. Öykü, kısa ve yoğun bir yaşam kesitinde insan gerçeğini dillendirirken, roman uzun zamana yayılan olaylar içinde derinleşip genişleyen insan ve insan ilişkilerine odaklanıyor. Öykü ve roman- her ikisi de- insanı ve insan ilişkilerini, insan-toplum diyalektiğini, dilin ve kurmacanın olanakları dâhilinde estetize eden yazınsal türler olarak değerlendirilebilir. Ben öyküyü de romanı da önemsiyorum. Bu iki türün içerdiği anlamsal olanakların, günümüz insanının iç evrenine derinlikler kazandırdığını, dile getirdiği insan gerçekliği üzerinden toplumu dolaylı da olsa etkileyip dönüştürdüğünü düşünüyorum. Romanın mimari yapısının zenginliği, içinde bütünlüklü, çok sesli ve gizemli bir kurmaca evren saklaması, okuyanı kendi iç cazibesiyle kuşatması olgusu, romanlarla tanıştığım çocukluk yıllarımdan bu yana beni hep düşündürmüştür. Romanda, yaşadığımız gerçek hayata paralel olarak var olan, metin içi anlam ve imgelerle genişleyen, her okurda sınırsızca çoğalan o muhayyel evren; esas olarak sözcüklerin, düşlerin ve düşüncenin gücüyle kurulur. Bir yaratım senfonisi, özgün bir dil dokusudur roman; sayfalarında yaşama ve insana dair ipuçları sunar, bizleri yepyeni yaşam deneyimleriyle tanıştırır; hayatı ve insanı romanlardan da tanımış oluruz böylece. Bu bağlamda Mario Vargas Llosa, “Kurmaca, yaşama sanatı mıdır?” başlıklı çalışmasında şunları dile getirir “Romanları okuduğumuzda biz yalnızca biz değil, aynı zamanda romanın bizi aralarına taşıdığı büyülenmiş varlıklar oluruz. Bu taşıma, bir dönüşümdür- yaşamımızın bizi boğan daraltısı açılır ve dışarı fırlayıp başkası olur, kurmacanın bize yaptığı deneyimleri dolaylı bir biçimde, vekâleten yaşarız. Harika bir rüya, vücut bulan bir düş olarak kurmaca, korkunç bir ikiye bölünmüşlüğü taşıyarak yalnızca bir yaşamı olmasına rağmen bin tane arzu edebilen biz sakat varlıkları tamamlar. Gerçek yaşamla, onun daha zengin ve daha değişken olmasını isteyen arzu ve düşler arasındaki bu açıklık, kurmacanın âlemidir.” Maria Vargas Llosa, Is Fiction the Art of Living, New York Times Books, 7 Ekim 1984, Çev Ethem Alpaydın. Roman okurken başka hayatları yaşar, başka insanlarla birlikte duygulanır, düşünür, heyecanlanır, mutlu olur, acı çekeriz. Bir başka dünyanın kapısı açılır önümüzde ve biz o rüyaya, o yanılsamaya kapılır; gerçeğin yerine o rüyayı ikame ederiz okuma süresi boyunca. Roman, yazarla okurun birlikte gördüğü bir rüyadır; yazar yazma ânında; okur okuma ânında o rüyayı kendi zihninde yaşar; sözcüklerle kurulan bir rüyadır bu. Roman bittikten sonra da kahramanlarıyla, onların yaşadıklarıyla hemhal olmaya devam eder; bazen uzun yıllar boyunca hiç unutmayız onları. Artık onlar ruhumuzdan bir parça olmuşlardır çünkü… Roman, yüzyıllar boyunca estetik açıdan yükselen bir seyir izlemeye devam ederken içinde yaşadığımız çağda giderek farklılaşmaya ve dönüşmeye başladı. Özellikle yaşadığımız son 20-25 yıl, popüler roman ve edebi roman şeklinde bir kırılmaya zemin oluşturdu. Günümüz dünyasında yazılan romanların pek çoğu, diğer kitaplar gibi birer meta haline geldi. Yayın endüstrisi devasa boyutlar kazandı ve pazarlama, satış, reklam, tanıtım her şeyin önüne geçti. Yazar, yazdığı metnin önüne geçirilerek metnine yabancılaştırılmış oldu. Metnin yazınsal-estetik değeri yerine, kitabın çok satması, ticari başarısı yeni bir değer ölçütü haline geldi. Çok satan listeleri önemsendi; pek çok kişi bu listeleri esas alarak kitap almaya ve kitap okumaya dikkat eder oldu. Bazen satın alınanlar okunamadan bir kenara bırakılsa da reklam/ pazarlama/ satış süreçleri öncelendiği ve önemsendiği için, bu tür popüler kitapların yazınsal değerini tartışmak arka plana atıldı ve sürekli ötelendi. Günümüzde yazılan romanları bu bağlamda ele almak; popüler çizgide olanları farklı bir yerde konumlandırmak bence daha doğru bir yaklaşım olur. Popüler romanlar, okuyana yoğun bir keyif ve geçici bir haz duygusu verir; günümüzde sanatın pek çok unsuru, türü ve nesnesi “keyif” kavramıyla ilişkilendirilerek pazara sunulmaktadır. Keyif, geçici bir süre için kişiyi dünya dertlerinden uzaklaştırır; popüler romanlar çoğu zaman yaşanan hayatı sorgulatmadığı ve her şeyi olduğu gibi kabullenmeyi telkin ettiği için insanı edilgen bir varlık durumuna indirger. Halbuki yazınsal değeri olan romanlardan alınan edebi zevk, estetik bir heyecan odağında çoğalan ve uzun süre kalıcı olan bir duygudur. Edebi romanlarda roman kişileri vasıtasıyla hayatın ve değer yargılarının sorgulamaları yapılır. Popüler romanlarda yüzeysellik daha ilk satırlarda dikkatimizi çeker; basit bir dille oluşturulan bu romanlar, belirli formatları ve klişeleri tekrarlayan, aslında yeni bir şey söylemediği gibi, yeni bir sanatsal form da sunmayan derinliksiz ürünlerdir. Günümüzün bilgisayarlı ortamlarında popüler yazarlar tarafından kısa sürede üretilip yayınevlerince hızla satış ve tüketim ağına sunulan bu tarz romanlar, yayımlandığında ses getirseler bile zamanın akışı içinde çoğu kez unutulmaya mahkûmdurlar; ancak yayımlandıkları sırada yazara ve yayıncıya kısa sürede büyük kazançlar sağlayabilirler. Yazınsal değeri olan romanlarda karmaşıklık, dilsel mükemmellik, özgünlük, yaratıcılık ön plandadır; birey-toplum diyalektiği iyi kurulmuştur ve içindeki roman kahramanları ruhsal derinlikle verilmiş, farklı ve kendilerine özgü birer “birey” niteliği kazanmış kişilerdir. Popüler romanlarda her yerde karşımıza çıkabilecek derinliksiz tipler vardır; onlar çoğu kez tanık olduğumuz gibi, birey niteliğini kazanamamışlardır. Bütün bu karşılaştırmalardan çıkarsayacağımız en önemli sonuç şudur Popüler romanlar insanı okuyanı sığlaştırır ve edilgenleştirir; edebi romanlar derinleştirir ve düşünen, sorgulayan, etkin bir özne durumuna yükseltir. Romanın bugününü tartışırken, yazılan romanların bugünü ne kadar anlattığını; bugünün içinde olup olmadıklarını ya da ne kadar içinde olduklarını da sorgulamak gerekiyor kanımca. Bugünü anlatan romanlar oldukça az; şimdiyi anlatma savında olanlarsa, yaşanan dünyaya eleştirel bakışı yeterince önemsemiyor. Geçmişe sığınılıyor çoğu zaman; tarihe, nostaljiye sığınıyor kimi romanlar ve romancılar. İsterim ki günümüzün romanı, içinde yaşanan çağı yazsın; baş döndüren hızın içinde hapsolan insanı anlatsın. “İletişim araçlarının olduğu ama iletişimin olmadığı” günümüzün bu kaotik dünyasında var olmaya çabalayan, sanallığa sıkışmış yapayalnız bireyi ve onun körleşmiş hallerini göstersin; farkındalıkları çoğaltsın. Bireyin kendi kendine ayna tutmasını sağlasın. Roman, günümüzün metalaştırılmış beyinlerini, yabancılaşmış bireyin kâbuslarını daha çok anlatmalıdır diye düşünenlerdenim. Franz Kafka, Dönüşüm ve diğer romanlarında sistemin olumsuzluğunu öngördü ve bunun birey üzerindeki etkilerini kendine özgü bir düşsel gerçeklik içinde dile getirdi. Dilerim ki günümüzün romanı toplumsal çürümeyi, yıkımları, göçleri, vahşeti yazsın. Parçalanmış algılara dikkatleri çeksin. Yeni bir dünya için ütopyalar üreten romanlar yazılsın. Unutulan ya da içi boşaltılan temel değerler işlensin. Gerçeği ifade etmek için düşsellikten yararlanılmaya devam edilsin. Çünkü büyülü gerçeklik romanları ve fantastik romanlar, sorumlulukla kurgulandıklarında yaşanan gerçeğin eleştirisi ve dönüşümüne gerçekçi romanlardan daha fazla katkı sağlayabilirler. Bir diğer dileğim de şöyle Günümüzde teknoloji kullanımın getirdiği dayatmalar, insanların zaman sorunu, sosyal medyanın reel yaşamı şekillendirmesi gibi olgular romanlarda daha sık yer alsın. Elbette bütün bu içeriksel odaklanmalar; yeni, özgün, farklı ve yaratıcı edebi formlar; çarpıcı, şaşırtıcı ve etkileyici kurgular; estetik ve sağlam bir metin mimarisi, yeni dokular kazandırılmış bir dilin içinde gerçekleşirse yazınsal bir anlam ve değer taşır. “Geçen çağlarda insan yaşamının karmaşıklaşmasına koşut olarak kurmacada karmaşıklığın arttığını, eski kalıpların yeni deneyimleri aktarmada yetersiz kaldığını ve yepyeni formların ortaya çıktığını görüyoruz.” diyen Ethem Alpaydın’ın tespitlerine katılmamak mümkün değil. Ethem Alpaydın, Kurmaca++, Lacivert Öykü Şiir dergisi, sayı 54 Roman biçimleri giderek zenginleşiyor; metinlerde çok katmanlılık öne çıkıyor. Ayrıca roman sanatı, gözlemlediğim kadarıyla teknolojiden, sosyal medyadaki kısa paylaşımlardan, twitter formatlarından etkilenerek edebiyatın minimalize olması olgusuna paralel bir seyir izliyor. Aforizma tarzı cümlelerin yoğun olduğu kısa romanlar oldukça ilgi görüyor. Metinlerarasılık daha fazla önem kazandı; mesela tanınmış bir yazarın kahraman olduğu romanlar, tanınmış bir roman kahramanının kahraman olduğu yeni tarz romanlar dikkatleri çekmekte. Yazıyı, yazma eylemini odağa alan, kahramanı yazan bir kişi olan, yazı/yazmak eylemini yazının içinde çoğaltıp genişletmeye çalışan romanlar da var. İlk bakışta döngüsellik gibi algılansa da, metnin kendisini eleştiriye açan, okuyanı yabancılaştıran romanlar; üstkurmacalar, kurmaca oyunları, imkânsız kurgular, boşluk ve suskulardan anlam çoğaltan roman metinleri, aslında hayat/metin diyalektik sarmalını oluşturan özgün yapılanmalar olarak yorumlanmalıdır. Bu tarz metinler, okuru yaşam karşısında etkin ve sorgulayıcı kılmakta; yaşanan gerçeklere yönelik eleştiri ve dönüştürüm süreçlerine katkı sağlamaktadır. Yeni tarz postmodern romanlarda klasik ve realist romanların ete kemiğe bürünmüş, canlı roman kahramanları giderek silinmekte; modernist romanların yabancılaşmış sorunlu bireyleri az da olsa işlenmekte birlikte, asıl olarak, farklı zaman katmanlarında yaşayan, eklektik, çok kültürlü, farklı kimlikli, marjinal karakterler öne çıkmaktadır. Roman kahramanının bu durumu, metinlere yazınsal bir parodi olarak da yansıyabilmektedir. Kahraman giderek silikleşmekte; metnin kendisi öne çıkmaktadır. Nilüfer Kuyaş, Otobiyografi neden yükselişte? başlıklı yazısında günümüzün romanı ve genel olarak kurmacasıyla ilgili önemli tespitlerde bulunuyor. Günümüz romanında kurmacanın önemini yitirdiğini; “özkurmaca” da denen otofiksiyon’un öne çıktığını; yazarların kendi dünyalarını, kendi yaşamlarını bir roman kurmacasıymış gibi anlattıklarını belirtiyor. Bu noktada roman kişilerinin silikleştiğini, hayatın romana kendi gerçekliği içinde yansıdığını ifade ediyor. “Facebook’ta, sosyal medyada hikâye paylaşır gibi roman yazılıyor artık. Edebiyat tamamen kabuk değiştiriyor ve elbette, elimizdeki bu muazzam yeni teknoloji de önemli bir rol oynuyor bu değişimde. Herkesin yazar, herkesin yayıncı, herkesin gazeteci ve tanık, herkesin sanatçı olabileceği, çok açık ve çok akışkan bir alanda yaşıyoruz ve olabildiğince daha küçük birimlerde, daha cemaat tipi duygular keşfediyoruz.” diyen Nilüfer Kuyaş, insanın hayatını anlamak ve kendini ifade etmek ihtiyacını her zaman duyacağını, bunun farklı ve yeni yollarını daima arayıp bulacağını ve bu arayışın hiç bitmeyeceğini de dile getiriyor. Romanın geleceği hakkında öngörülerde bulunmak şu an itibarıyla oldukça zor görünmekle birlikte; teknolojinin hayatımızın her alanını şekillendirmesi ve değiştirip dönüştürmesi olgusunun süreceği gerçeğinden hareketle, romanın da teknolojik ilerlemeye bağlı olarak yeni formlar, yeni anlatım ve dil yapıları üzerinde kurulacağını tahmin edebiliriz. Belki gün gelecek; yazı yoluyla oluşturulan romanların yerini, sadece görsellik ve kurgu üzerinden, yeni bir dil, yeni bir kurgu ve yeni bir form ile oluşturulan bambaşka bir roman tarzı alacaktır. Bilgisayar oyunlarının içindeki sanal/kurmaca âlemin, bu oyunlardaki sayısız kurgu olanaklarının, insanlar için birtakım alternatif “romanlar” oluşturacağı şeklinde savlar ileri süren bilim ve edebiyat insanlarının makalelerini okumakta yarar var. Roman, gelecek yüzyıllarda muhtemelen görsel dilin ve bilgisayar oyun kurgularının içinde yaşamaya devam edecek; roman kahramanının yerini, o oyunu oynayan kişi alacak. Bilgisayar oyunlarında “bir başkası” olmak; okunan romanın kahramanlarıyla özdeşleşme yaşantısına benzer; hatta ondan daha güçlü bir özdeşleşme yaşantısı sunar insana. İnsanın kurmacadan, hikâyelerden ve onların kahramanlarından kopması mümkün değil; sanal dünyada bir hikâyenin içine girmek, sanal oyunda bir kahraman olmak, okurken bir romanın içine girmekten, o romanın kahramanıyla özdeşim kurmaktan çok daha kolay hale gelebilecek… Bu durum, bir bakıma yepyeni bir “roman/kurmaca estetiği”nin kapısının aralanması anlamına da geldiği için oldukça heyecan verici. Görünen o ki gelecekte “romansız” kalsak da “hikâyesiz” kalmayacağız; çünkü “bizi biz yapan, her zaman, hikâyeler”dir… Kaynakça Ali Emiroğlu, Musa İğrek, Popüler roman edebi romana karşı, Ethem Alpaydın, Kurmaca++, Lacivert Öykü Şiir dergisi, sayı 54, Kasım-Aralık 2013. Lacivert öykü, şiir dergisi, Geleceğin Edebiyatı dosyası, sayı 54, Kasım-Aralık 2013 Nilüfer Kuyaş, Otobiyografi neden yükselişte?, Veli Uğur, 1980 Sonrasında Türkiye’de Popüler Roman, Hülya Soyşekerci – 1 Ekim 2015 Bunlar da ilginizi çekebilir
Aşağıda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili hikayeler öykü kısaca olarak ele alacağız. Bu sabah erken uyandım. Biraz kitap okudum. Daha sonra büyük odaya girdim. Televizyon izlemeye karar verdim. Bir haber kanalını açtım. Haberlerde kadın işçiler anlatılıyordu. Bir diğer haber kanalını daha açtım. Orada da Amerika’daki kadın işçilerden bahsediliyordu. Kısa bir süre sonra bugünün 8 Mart olduğunu fark ettim. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanan bir gündü. 19. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde kadın işçilerinin çalışma şartlarını protesto etmek için başlattığı gösteriler sonucunda tarihe geçen bir gün olarak bilinmekteydi. Kadınların değerini anlamak için sadece işçi protestolarından hareketle böyle bir günün kutlanmasını anlamlı bulsam da yetersiz buluyordum. O günlerde sürekli okuma halindeydim. Adeta okuyarak nefes alıyordum. Okumadığım gün kan şekerim düşüyordu. Bununla beraber 8 Mart’ı da sorgulamaya başladım. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanıyordu ve kadınların değerinin anlaşılmasında bir merhale olarak öne sürülüyordu. Annem, ablam, teyzelerim, halalarım hepsi bu değeri hak eden kişiler olarak çevremdeki insanlardı. Bir an onları düşündüm. Hayatları boyunca çalışan, çocukları için emek harcayan kadınlar bir gün olsun mutlu olmayı, değer görmeyi hak ediyorlardı. Fakat bunun bir gün sürmesi düşünülemezdi. O nedenle ben annemi sevdiğimi her gün olduğu bugün de söylemekten gurur duyuyordum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile İlgili Hikayeler Öykü Hakkında Yorumlarınızı Aşağıdan Hemen Yazabilirsiniz.
Dünya genelinde daha çok minimal öykü olarak bilinen küçürek hikayelerde temel amaç okuru şaşırtmaktır. Bu nedenle birçok yazar farklı kurgu teknikleri kullanarak küçürek hikayeler kaleme almıştır. Küçürek Hikaye Örnekleri Nelerdir? 1- ''Sormaz ki bilsin, bilse sorardı. Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.'' Bazı edebiyat tarihçilerine göre küçürek öykülerinin kökeni tasavvuf edebiyatına kadar uzanmaktadır. O dönemde bu tür eserler hikaye değil mesnevi olarak nitelendirildiği için, Sadi Şirazi, Keykavus, Feridüddin-i Attar gibi isimlerin yazdığı eserler hikaye olarak adlandırılmamıştır. Yukarıdaki iki cümleden oluşan öykü Sadi Şirazi'ye aittir. Bu şiirsel öyküde, kişinin dünya ve var oluş hakkında bilgi sahibi olması için sorması, yani merak etmesi, araştırma ve gözlem yapması gerektiğini belirtilir. İkinci cümlede ise insanın bilgi sahibi oldukça, ne kadar bilgisiz olduğunun farkına varacağı şairane bir şekilde dile getirilmiştir. 2- ''Artık kendini hafiflemiş ve rahatlamış hissediyordu. Sanki bedeni ondan uzaklaşmış, geriye sadece ruhu kalmıştı. Hayat güzeldi ve özgür hissettiriyordu. Ve sanki dünyanın sonu gelmek üzereydi.'' Istvan Orkeny tarafından kaleme alınan ''Bir Dakikalık Kısa Öyküler'' kitabının tamamı küçürek öykülerden oluşur. Yukarıdaki hikaye de toplam dört cümleden oluşan, minimal bir hikayedir. Bir kişinin ölüm anını karakterin gözünden anlatan hikayede yazar sade ve yalın bir dil kullanmıştır. Küçürek Hikayeler İlk Ne Zaman Ortaya Çıkmıştır? Edebiyat tarihçilerine göre ilk küçürek hikaye Çanlar Kimin İçin Çalıyor ve Silahlara Veda romanlarıyla tanınan Ernest Hemingway tarafından kaleme alınmıştır. Sadece 5 kelimeden oluşan öykü ilk kez 1956 yılında yayımlanmıştır. ''Satılık Bebek Ayakkabıları. Hiç Giyilmedi.'' Heminway'in savaşın yıkıcı boyutlarını son derece minimal ve etkili bir şekilde anlattığı bu öykü, 50'den fazla dile tercüme edilmiştir. Hikayede bebek ayakkabılarının hiç giyilmemiş olduğunu vurgulayan yazar, savaşın çocuk ve bebek ayrımı yapmadan herkesin ölümüne neden olduğunu dolaylı olarak ifade etmiştir. Bu öyküden sonra hem ülkemizde hem de dünya genelinde birçok yazar, küçürek ve minimal olarak adlandırılan türde hikayeler kaleme almıştır.
Hikayemizi Okuyan Kişi Sayısı ve Gündüz / eğitici çocuk masallarıÇocuklar ağaç evlerinde toplandılar, Burak’a Gece ve gündüzün Nasıl olduğunu diğerlerinden küçüktü, Bu neden ile gece neden havanın karardığını anlamıyordu, Hava kararmaya başlayınca korkuyordu, yalnız kalmak elinde turuncu bir basketbol topu vardı, Affan’ın elinde ise futbol topu vardı, Öykü cebindeki beyaz minik pinpon topunu çıkarttı, – Arkadaşlar ağaç ev çok küçük aşağıya inelim bence dedi, Haklısın Öykü dedi, beraber aşağıya ağacın altına indiler, Canberk basketbol topunu alarak ortaya geçti, Akın onun etrafına bir daire çizdi, Canberk güneşi temsil ediyor, bu daire de onun yörüngesi. Yörünge ne demek diye sordu Burak;– Dünya ve diğer gezegenler aynı çizgide güneşin etrafında dönerler işte o çizgiye yörünge diyoruz anladın mı dedi AkınBurak anlayarak başını Akın’ın çizdiği daireye geldi etrafında yürümeye başlıyacaktı ama Öykü onu durdurdu,– Ben daha senin yörüngene girmedim Affan hemen gülüştüler – Ben Dünyayım dedi Affan, Hem Güneşin etrafında dönerim, Hem de kendi etrafımda dönerim– Nasıl olacak ki O dedi Burak, Affan’ın etrafına da bir daire çizdi, bu da dünyanın yörüngesi, Ay burada duracak-Eee, Affan Güneşin etrafında dönerken O yörüngeyi nasıl hareket ettireceğiz diye sordu Öykü,Çocuklar bunu düşünmemişti, O sırada Burak’ın aklına ablasının hulahop’u ne yapacağımızı biliyorum dedi. Hulahop’u getirdi ve Affan’a verdi, Affan hulahop’un içine girdi Sonrada hareket etmeye ve Dünyanın etrafında yavaşça dönüyordu, Aynı zamanda kendi etrafında da dönüyordu,– Dünya güneşin etrafında 365 gün 6 saat dönüyor böylece bir yıl içerisinde mevsimler oluşuyor. Kendi etrafında ise 24 saat de dönüyor, Güneşe dönük yerlerde gündüz oluyor dedi gözlerini kocaman açmış dinliyordu,– Affan yüzünü öyküye yani aya döndüğünde ise Gece oluyor Ay ve Yıldızlar çıkıyor dedi Burak bağırarak, Evet dedi Akın.– Güneşe arkasını döndüğünde Ay ve Yıldızlar çıkıyor, Güneşe doğru döndüğün de ise Ay ve Yıldızlar Kayboluyor şimdi çok iyi anladım o zaman gece olunca korkmama gerek yokmuş.. Ben havanın neden karardığını bilmediğim için korkuyordum aslında Ay ve Güneş saklambaç oynuyorlarmışÇocuklar gülerek Burak’a baktılar– Evet ,Evet saklambaç oynuyorlar, Akşam Güneş saklanıyor, Gündüz ise Ay ve Yıldızlar dedi ve Gündüzün nasıl olduğunu anladın değil mi Burak diye sordu, Burak başını kaşıyarak ablasına baktı– Tam olarak anlaya bilmem için saklambaç oynamalıyız…Çocuklar oynayalım hadi, hadi saklambaç oynayalım diye sevinç ile ellerini çırptılar. Canberk Güneş olduğu için onu ebe yaptılar, Gözlerini kapatıp Yüze kadar sayarken herkes kaçıştı, Kendine saklanacak bir yer buldu. Ağaç arkası Çalılıkların kendine saklanacak yer bulamıyordu kendine bir türlü oraya koştu Buraya koştu sonunda çiçeklerin arkasına attı kendini, Ama yaprakların içinde kuyruğu görünüyordu, Canberk Tofu’nun kuyruğunu görünce bağırdı;– Hey Tofu kuyruğunu dışarıda unutmuşsun sobe..Tofu başını kaşıyarak saklandığı yerden çıktı,Burak saklandığı çalılıklardan güldü. Tofu’un şaşkınlığına bakıyordu;– Güneşe yakalandı diye çocuklar bir masalımızın daha sonuna geldik Bir başka masalda tekrar görüşmek üzere şimdilik hoşça kalın….MASAL KATEGORİLERİ Masal Oku Dini Masallar Eğitici Masallar Türk masalları Baba Masalları YoutubeEğitici masalımızı Dinlemek İstermisiniz? KISA HİKAYELERSeverek Okuduğunuz hikayelerimize Android uygulamamızı indirerek cep telefonlarınızdan ve Tabletlerinizden Rahatlıkla Ulaşa Bileceksiniz.
dünya ile ilgili öykü kısa